Kelime Öğreniminin Tarihi

İnsanlar antik çağlardan beri ikinci bir dil öğrenmeye çalışmışlardır. O zamanlardan beri dil öğreniminde farklı yaklaşımlar olmuş ve bunların hepsi de kelime öğretimine karşı farklı bakış açıları göstermişlerdir. Bazen kelimelere çok büyük önem verilmiş ve bazen de göz ardı edilmiştir.

Yabancı dil öğrenimi ile ilgili kayıtlar, Romalı çocukların Yunanca çalıştığı, MÖ ikinci yüzyıla kadar uzanır. İlk okullarda öğrenciler okumayı önce alfabeye hâkim olarak, daha sonra heceler, kelimeler ve daha sonrada karşılıklı konuşmalar şeklinde öğrenirlerdi. Bazı metinler, ya alfabeye göre uyarlanmış ya da gruplandırılmış farklı konu başlıkları altında toplanmış kelimeleri vererek öğrencilere öğrenmede kolaylık sağlıyordu (Bowen, Madsen ve Hilferty, 1985). Schmit’e (2000) göre sözcüklere o dönemde büyük önem verilmesinin nedeni hitabet sanatının çok ilerlemiş olması ve ileri düzeyde gelişmiş bir kelime bilgisi olmadan hitabetin mümkün olamayacağıdır.

Daha sonraları Ortaçağda ve Rönesans esnasında gramer, dil öğretiminde daha önemli hale geldi. Bazı geleneksel öğretim yöntemleri doğrudan İngilizce öğretimine uyarlandı. 18. ve 19. yüzyıllarda Latince’deki modellerde olduğu gibi İngilizce’yi sadeleştirmek amacıyla çok fazla dil bilgisi kitabı yazıldı. Bu yazılanlar genel olarak kabul gördü ve bu durum gramerin
kelime üzerinde baskın olduğu dönemin uzamasına sebep oldu. Bu dönemde kelimeleri standart hale getirme konusunda girişimlerde bulunuldu ve sözlükler yazıldı.

  1. Yüzyılından başlarından itibaren temel dil öğretim metodu Gramer-Çeviri idi. Standart bir Gramer-Çeviri dersinde bir veya iki dilbilgisi kuralı, bir kelime listesi ve anadilden hedef dile ve de hedef dilden ana dile tercüme yapmayı içeren bazı alıştırmalar vardı. Bu metotta öğretilecek kelimeler genellikle yeni di lbilgisi kuralını sunabilmeye uygun olup olmamasına göre seçilirdi. Öğrencilerin yeni kelimeleri kendi başlarına öğrenmeleri beklenir ve buda onları iki dilli sözlükler kullanmaya yöneltirdi.

Daha sonra geliştirilen Dolaysız Yöntem ise hedef dilde çok iyi olan öğretmenlere ihtiyaç duymaktaydı ve bu her zaman mümkün değildi. Bu, yabancı dil öğreniminde anadili öğrenirken yaşanan süreçleri taklit etmeyi hedefleyen bir yöntemdi, ancak yabancı dil öğrenenlerin haftada sadece birkaç saat ders gördüğü gerçeğini göz ardı ediyordu. 19. Yüzyılın başlarında Dolaysız Yöntemin eksiklikleri ve avantajları tartışılırken, Okuma Metodu adı verilen bir başka metot ortaya çıktı. Bu metot, kelime öğrenimini geliştirerek okuma becerisini kolaylaştırma esasına dayalıydı. Gramer-Çeviri, Dolaysız Yöntem ve Okuma Metodu İkinci Dünya Savaşına kadar kullanıldı.

Savaş esnasında Amerikan Ordusu konuşma becerisi gelişmiş olan personele ihtiyaç duyuyordu. Ancak mevcut yöntemler bu ihtiyacı karşılamakta yeterli değildi. Bu yüzden Amerikalı yapısal dil bilimciler Kulak-Dil Alışkanlığı Yöntemini geliştirdiler. Bu yeni metot Dolaysız Yöntemin dinleme ve konuşma becerilerine verdiği önemi ödünç alıyor ve dil öğrenimini bir alışkanlık oluşumunun sonucu olarak ele alıyordu. Telaffuza büyük önem veren sözlü egzersizler cümle yapılarına yoğunlaşan ve ezberlemeye dayalı alıştırmalar içeriyordu. Öğrencilerin, hedef dili analiz etmelerinden ziyade, alıştırma yaparak öğrenmeleri hedefleniyordu. Kulak-Dil Alışkanlığı Yönteminde vurgu yapısal kalıpları öğretme üzerindeydi, bu yüzden kelimelerin nispeten daha basit olması gerekiyordu ve basitliklerine ve kullanım sıklıklarına göre seçiliyorlardı (Zimmerman, 1997). Öğretilecek yeni kelime miktarı sınırlıydı ve sadece egzersizleri uygulanabilir kılmak için yeni kelimeler eklenmekteydi. “İyi dil alışkanlıklarının ve dilin içerisine girmenin sonuç olarak kelimelerin artmasını sağlayacağına inanılmaktaydı.”(Coady, 1993: 4)

Benzer bir başka yaklaşım da Durumsal Yaklaşımdı. Bu yaklaşım kelimeleri ve dil bilgisi birimlerini lokantada, tren istasyonunda vs. gibi farklı durumlara göre gruplandırmaya dayanıyor ve diğer metotlara kıyasla kelime öğretimine karşı daha prensipli bir yaklaşım sergiliyordu.

1950lerin sonlarında Noam Chomsky’nin görüşleri dil öğrenimi anlayışını değiştirdi. Chomsky’ye göre dile kavramaya dayalı faktörler hâkimdi ve dil doğuştan geldiği kabul edilen bazı soyut kurallardan ibaretti. 1972’de Hymes’in buna iletişimsel yetenek kavramını ilave ettiğini görüyoruz. (Schmitt, 2000: 14) Bu yeni kavram öğrenilen dilde, doğruluktan ziyade uygunluk üzerine yoğunlaştı. Yeni metodun temeli, dili anlamlı iletişim için kullanmaya dayalıydı ve buna İletişimsel Dil Öğretimi adı verildi. Temel vurgu dili kullanırken verilen mesajda ve akıcılıktaydı; dilbilgisi açısından doğruluk ikinci derecede önemliydi.

20. Yüzyılın ilk yarısında bazı bilim adamları öğrencilerin kelime öğrenme yüklerini azaltma konusu üzerinde çalışmaya başladı. Bu bilim adamı ve dil bilimciler özellikle okumaya uyarlanmış şekliyle, önce yaygın olarak kullanılan kelimeleri sunma ve herhangi bir metindeki yeni kelimelerin sayısını kısıtlama prensiplerini geliştirdiler. Bu düşünce tarzı Genel Kullanım Listelerinin (General Service Lists) ortaya çıkmasını sağladı. Bir başka yaklaşım ise, sayı olarak son derece sınırlı kelimeler (Basic English)
kullanarak İngilizcedeki diğer tüm kelimelerin yerine kullanılacak bir liste oluşturmaya çalışıyordu. Bu çalışmaların tümü bir araya geldiğinde ortaya Kelime Kontrol Hareketi (Vocabulary Control Movement) çıkıyordu. Schmitt (2000) bu hareketin yanı sıra, daha birçok farklı kelime öğretim çalışmaları yapıldığını belirtmektedir. Ayrıca, günümüzde de kelime öğretimi ile ilgili birçok farklı görüş ve teknikler olduğu bilinmektedir.

Özer TURGUT